Haziran 9, 2025

Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin hayatı, insanlara hoşgörüyü, aşkı ve bilgiyi öğreten, derin anlamlarla dolu bir yolculuğun hikâyesidir. 30 Eylül 1207’de bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Belh şehrinde doğan Mevlâna’nın gerçek adı Muhammed Celâleddîn idi. Babası, dönemin ünlü âlimlerinden Sultânü’l-Ulemâ Muhammed Bahâeddin Veled, annesi ise Mümine Hatun’dur.

Mevlâna’nın ailesi, 1212 yılında bazı siyasi olaylar nedeniyle Belh’den ayrılmak zorunda kalır. Göç kervanı önce Nişabur’a gelir ve burada büyük mutasavvıf Feridüddin-i Attar ile buluşurlar. Bu karşılaşma, genç Mevlâna üzerinde derin bir iz bırakır. Attar, Mevlâna’ya “Esrar-nâme” adlı eserini hediye eder ve onda geleceğin büyük bir liderini görür. Kervan daha sonra Bağdat ve Kûfe üzerinden Mekke’ye hac ibadeti için devam eder.

Hac dönüşünde Mevlâna ve ailesi, Şam’da büyük mutasavvıf Muhyiddin İbn-i Arabî ile karşılaşır. Mevlâna’nın babasının ardından yürüyen genç Celâleddîn’i gören İbn-i Arabî, “Sübhanallah! Bir okyanus, bir denizin arkasından gidiyor,” diyerek onun ileride ne kadar büyük bir bilge olacağını ima eder.

Sultânü’l-Ulemâ ve ailesi, hac yolculuğundan sonra Anadolu’ya geçer ve 1222 yılında Karaman’a yerleşirler. Burada Bahâeddin Veled, kendisi için yaptırılan medresede yedi yıl boyunca dersler verir ve halkı irşad eder. Mevlâna, Karaman’da Gevher Hatun ile evlenir ve bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi isimli iki oğlu dünyaya gelir.

Ancak Mevlâna’nın hayatında önemli bir dönüm noktası, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın ısrarlı daveti üzerine Karaman’dan Konya’ya göç etmeleri olur. 3 Mayıs 1228’de ailesiyle birlikte Konya’ya yerleşirler. Mevlâna’nın babası, kısa sürede Selçuklu Devleti’nin en büyük âlimlerinden biri olur ancak 1231 yılında, 85 yaşında vefat eder. Babasının vefatından sonra Mevlâna, onun yerine geçer ve Konya’daki İplikçi Medresesi’nde dersler vermeye başlar.

Hayatı boyunca ilimle, vaazlarla ve irşadla meşgul olan Mevlâna, 15 Kasım 1244 tarihinde hayatını değiştirecek bir karşılaşma yaşar. Konya’da, Şekerciler Hanı’nın önünden geçerken Şems-i Tebrizî adında bir dervişle karşılaşır. Şems, Mevlâna’ya tasavvufla ilgili derin sorular sorar ve bu sorular, Mevlâna’nın hayatındaki en büyük dostluğun temelini atar. Ancak bu dostluk çok uzun sürmez; Şems’in gizemli kayboluşu ya da ölümü Mevlâna üzerinde derin bir etki bırakır ve bu olay, onun içsel yolculuğunu daha da derinleştirir.

Mevlâna’nın hayat felsefesi, insanlara hoşgörü ve sevgiyle bakmak üzerine kuruludur. O, herkesin birbirini anlaması gerektiğini ve din farkı gözetmeden insanlara sevgiyle yaklaşılmasının önemini vurgular. Hayat görüşünün Kur’an-ı Kerîm ve Hz. Muhammed’in izinden olduğunu sık sık dile getirir.

66 yaşında, 17 Aralık 1273 Pazar günü, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Konya’da vefat eder. Ancak o, ölümü bir son olarak görmez; hayatı boyunca en büyük sevgili olarak bildiği Allah’a kavuşma anı olarak kabul eder. Vefat ettiği gece, “Şeb-i Arûs” yani “Düğün Gecesi” olarak anılır. Onun bu bakışı, ölümün değil, aşkın ve kavuşmanın yüceliğini anlatır.

Mevlâna’nın geride bıraktığı eserler, dünyanın dört bir yanında ilgiyle okunur. Özellikle “Mesnevî”, tasavvufun ve ilâhî aşkın derinliklerini anlatan bir başyapıttır. Ayrıca “Divan-ı Kebir”, “Mektubât”, “Fihi Mâ Fih” ve “Mecâlis-i Seb’a” adlı eserleri, onun bilgi ve bilgelik dolu dünyasını yansıtır. Mevlâna’nın eserleri, sadece Farsça değil, Arapça, Türkçe ve Rumca ifadelerle de doludur. Onun amacı, dilin ötesinde bir sevgi ve ilim yolculuğuna insanları davet etmektir.

Hz. Mevlâna’nın ilk 18 beytini yazdığı daha sonra da onun söyleyip talebesi Çelebi Hüsameddin’in kaleme aldığı Mesnevî’den başka Dîvân-ı Kebîr, Fîh-i Mâ-Fîh, Mecâlis-i Seb’a ve Mektûbât adlı eserleri vardır.

Mesnevî:
Yaklaşık 26 bin beyit içeren altı ciltlik bir eserdir. İçinde yaratılmış her şeyle ilgili çeşitli konunun ele alındığı, ayetler ve hadislere dayanılarak anlatılan hikâyeler, fıkralar, atasözleri ve bunlardan çıkarılacak dersler vardır.
Dîvân-ı Kebîr:
Mesnevî’den daha önce yazılmaya başlanan Dîvân-ı Kebîr’de Hz. Mevlâna’nın çeşitli zamanlarda söylediği gazel, terkib-i bent, rubailerini ihtiva eden ve şiirlerinin söylendiği vezinlerine göre tanzim edilmiş, yaklaşık 40 bin beyit içeren yirmi bir küçük divan ile rubailer divanından oluşmuştur.
Fîh-i Mâ-Fîh:
Kelime mânâsı olarak ‘içindeki içindedir’ anlamını taşır, Hz. Mevlâna’nın sohbetlerini içerir.
Mecâlis-i Seb’a:
“Yedi Meclis” anlamına gelen bu eser, adından da anlaşılacağı gibi Hz. Mevlâna’nın yedi vaazını içerir.
Mektûbât:
Hz. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled dâhil akraba, dost, emir ve vezirlere yazdığı 147 adet mektubu içerir.
O devrin gündelik dili Türkçe, edebiyat dili Farsça, bilim dili Arapça olduğu için Hz. Mevlâna’nın eserleri Farsçadır. Zaman içerisinde bütün eserleri Türkçeye kazandırılmıştır.

Hz. Mevlâna bu eserlerinin tamamında, Kuran-ı Kerimdeki ayetleri, Peygamber Efendimizin Hadis-i Şeriflerine bağlı kalarak, kendi ile barışık, huzurlu, Allah’ın kendisine verdiği maddi ve manevi güzelliklerin farkında olan ona şükreden, zorluklar karşısında nasıl düşünüp hareket edeceğini bilen, hoşgörülü, sevgi dolu bir insan olabilmenin yollarını anlatmaktadır.

Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştır:

1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı
2. Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış
3. İnanç’daki kudret
4. Tövbe edip doğru yolu bulanların Allah’ın sevgili kulu olacakları
5. Bilginin değeri
6. Gaflete dalış
7. Aklın önemi

Mevlâna, eserlerinde sürekli olarak ilâhî aşkın ve bilginin önemini vurgular. O, bilginin ve aşkın, insanları birbirine bağlayan en güçlü köprüler olduğunu söyler. Onun öğretisi, sevgi ve hoşgörünün ölümsüz bir miras olarak insanlığa bırakıldığı derin bir yolculuktur. Allah’ın rahmeti ve mağfireti onun üzerine olsun.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir