Aralık 19, 2024

Bir zamanlar, Medine’ye sessizce giren bir yabancı vardı. Karanlığın ve sırların içinde saklanan bu adam, bir suikastçıydı. Görevi, Muhammed’i (sav) bulmak ve öldürmekti. Kalbi karanlık, aklıysa intikamla doluydu. Onun dünyasında peygamberlik, bir saltanat gibi görülürdü. O, güç ve zenginlik içinde birini arıyordu. Ancak, Medine’nin sokaklarında dolanırken, hiçbir iz bulamıyordu. Herkes ona sade, sıradan insanlar gibi görünüyordu. Peygamberin kim olduğunu anlamak için etrafına bakınmaya başladı.

Bir grup insanın toplandığı bir yere geldiğinde, Nur yüzlü (sav) bir kişinin kendi elleriyle etrafa şerbet dağıttığını gördü. Onun bu hareketi, suikastçının zihnini karıştırdı. Çünkü, bir peygamberin halkına hizmet ettiğini hiç duymamıştı. Kendi halkında liderler, lüks ve gösteriş içinde yaşardı. Efendimiz ise, sade bir şekilde insanlara hizmet ediyordu.

Merakına yenik düşerek Efendimize (sav) yaklaştı. Efendimiz, elindeki şerbeti dağıtmayı bırakıp, misafirine gülümseyerek baktı. Suikastçı, içindeki şüpheyle sordu:

“Sizin peygamberiniz varmış, o hangisi?” dedi.

Efendimiz (sav) hafifçe gülümsedi ve hiç tereddüt etmeden şu cevabı verdi:

“Bu kavmin efendisi, bu kavme hizmet edendir.” dedi ve eliyle kendisini işaret etti.

O anda suikastçının zihni bir ışıkla aydınlandı. Beklediği ihtişam, gücün değil, hizmetin içinde gizliydi. Liderlik, gösterişte değil, sadelikteydi. O ana kadar kinle dolu olan kalbi yumuşadı. Gerçek anlamda bir lideri, bir peygamberi bulduğunu fark etti.

Suikastçı, derin bir nefes alıp baktı ve kalbinin derinliklerinden gelen bir inançla:

“Gerçekten bu adam peygamberse, onun yolu doğru yoldur,” diye düşündü.

İman, yavaş yavaş ruhunu sardı ve Medine’nin karanlık sokaklarından çıktığında artık o, bir suikastçı değil, gönülden iman etmiş bir mümin olmuştu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir