Aralık 19, 2024

Birleşmiş Milletler kurulduğunda ilk hedeflerinden biri, İsrail’i kurmak ve onun güvenliğini sağlamak olmuştu. Ancak bu planlar, Sultan Abdülhamid’in dirayeti ve Filistin üzerindeki kararlı tutumu ile karşılaşmıştı. Sultan, Filistin’den toprak almak isteyen siyonist bir heyeti huzuruna kabul etmiş, ancak onların taleplerini sert bir şekilde reddederek huzurundan kovmuştu.

Bu durum, siyonistlerin geri adım atmasına neden olmamıştı. Filistin’den toprak alamayan bu güçler, Viyana’da tekrar toplandı ve farklı bir karar aldı. Artık parayla değil, güçle bu toprakları ele geçirmeye kararlıydılar. Avrupa’nın büyük güçleri, Filistin’i işgal edip orada bir İsrail devleti kurma niyetindeydi. Donanmalarını hazırladılar ve Filistin’i hedef alan büyük bir sefer için harekete geçtiler.

Sultan Abdülhamid, bu gelişmeleri yakından izliyordu. O sırada, Osmanlı Devleti’nin kalkınma hamlelerinden biri olan Hicaz Demiryolu inşaatını sürdürmekteydi. Bu demiryolu, sadece Osmanlı toprakları için bir kalkınma projesi değil, aynı zamanda stratejik bir hamleydi. Ancak Avrupa’dan gelen bir heyet, bu projeyi yakından inceledi ve Osmanlı’nın kendi mühendisleriyle büyük bir başarıya imza attığını fark etti. Bu, Avrupa’nın gözünde Osmanlı’nın kendi kendine güçlenmeye başladığının bir işaretiydi. Ve bu durum, Avrupalı güçleri endişelendirdi.

Hemen harekete geçtiler. Osmanlı’nın güçlenmesini ve kalkınmasını durdurmak için bir dizi planı devreye soktular. 1904 yılında İngiliz donanmaları Akdeniz’den Akçay’a çıkarma yaparak Filistin’i işgal etmeye hazırlandılar. Haçlılar, tarih boyunca süregelen amaçları doğrultusunda tüm güçlerini Filistin’e yığdılar. Amaçları, orada bir İsrail devleti kurmaktı.

Sultan Abdülhamid bu gelişmeleri yakından takip ediyor ve hamlesini planlıyordu. Hızla harekete geçti. Kafkasya’dan en cesur, en savaşçı kabileleri Filistin’e getirme kararı aldı. Kafkasya’nın en muharip ve mücadeleci insanlarını Filistin topraklarına yerleştirerek bölgenin savunmasını güçlendirdi. Bu hamle, Filistin’in işgaline karşı direnişin temel taşlarından biri oldu.

Bugün Filistin’de yaşayan birçok insanın Kafkas kökenli olmasının nedeni, işte o dönemde yapılan bu stratejik yerleştirme hareketidir. Sultan Abdülhamid, sadece bir lider değil, aynı zamanda Filistin’in direnişine büyük katkı sağlayan bir strateji ustası olarak tarihe geçmektedir.

Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nin başında bulunduğu yıllarda birçok zorluğa göğüs germişti. Ancak en büyük sınavlarından biri, Filistin ve Kudüs topraklarına göz diken siyonistlerin talepleriydi. Yıllar boyunca Osmanlı topraklarında bir Yahudi devleti kurma planı güden siyonistler, ilk olarak Abdülhamid’e gelerek bu toprakları para karşılığında satın almak istemişlerdi. Ancak Sultan Abdülhamid, Filistin’in ve Kudüs’ün Müslümanlar için taşıdığı kutsiyeti çok iyi biliyordu. Bu nedenle, ne teklif edilen paralar ne de yapılan baskılar onu ikna edebildi.

Siyonistler, Abdülhamid’in kararlılığı karşısında farklı yollar denediler. Kendi başlarına bir devlet kurabilmek için her türlü yöntemi kullanmaya hazırdılar. Parayla alamadıkları toprakları, güçle almayı denediler. Ama Abdülhamid, bu baskılara karşı dimdik durdu ve Filistin topraklarını satmayı reddetti. Bu sırada İttihatçılar, siyonistlerle iş birliği yaparak Sultan’ı tahtan indirmek için harekete geçti.

1909 yılının soğuk bir günü, Yıldız Sarayı’nın ağır kapıları açıldığında, Sultan II. Abdülhamid tahttan indirileceği anın yaklaştığını hissetmişti. Selanik’ten gelen heyet, gözlerinde karanlık bir niyet taşıyan beş adamla saraya girmişti. Heyetin başında, Emanuel Karasu adında bir Yahudi vardı. Yanında ise dört Müslüman duruyordu. Bu dört adam, yıllardır Abdülhamid’e ihanet eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin temsilcileriydi.

Sarayın sessiz koridorlarında yankılanan adımlar, tahta karşı yürütülen bu büyük ihanetin son adımlarıydı. Heyet, Sultan’ın önünde saygıyla eğilir gibi görünse de, aslında ellerinde Osmanlı’nın kaderini değiştirecek kararla gelmişlerdi. Emanuel Karasu, meclisin kararını Sultan’a uzattı. Sultan, ellerine aldığı bu belgeyi ağır bir sessizlikle okudu. Her kelime, yıllardır biriken ihanetin resmi bir açıklaması gibiydi.

Belgeyi okuduktan sonra Abdülhamid, bakışlarını Karasu’nun yanındaki Müslümanlara çevirdi. Sesi derinden ve öfkeli bir titreşimle yankılandı.

“Yıllardan beri yaptığınız ihanet ve melanete bir şey demiyorum,” dedi Sultan, gözlerinde yorgun bir sitemle. “Ama bütün Müslümanların halifesini tahtından indirmek için buraya gelirken ve başınıza bir Yahudi’yi başkan olarak seçerken Allah’tan hiç korkmadınız mı? Be alçak adamlar!”

Bu sözlerle Sultan, içinde biriken acıyı ve ihaneti son kez dile getirdi. Heyet sessizce saraydan ayrıldı. O gün Sultan Abdülhamid tahttan indirildi, ama o son sözler tarihe kazındı. Sultan Selanik’e sürgüne gönderildi, yalnızlığıyla baş başa kaldı.

Ancak Abdülhamid’in kalbinde hâlâ konuşulmayan sırlar vardı. Selanik’teki sürgün günlerinde, içindeki bu yükü paylaşabileceği bir kişi olduğunu biliyordu: Suriye’deki şeyhi Mahmut Ebu Şamat. Ona yazdığı mektupta, bu ihanetin perde arkasını açıkladı. Mektupta Sultan, Yahudilere Filistin ve Kudüs topraklarını vermeyi reddettiği için nasıl hedef alındığını anlatıyordu.

İşte Sultan Abdülhamid’in O Mektubu:

31 Mart olayıyla İttihatçılar tarafından tahttan indirilip Selanik’e gönderilen Sultan II. Abdülhamid’in, bu dönemde Suriye’deki şeyhi Mahmut Ebu Şamat’a yazdığı Filistin mektubundan dikkat çeken satırlar:

“Ancak ve ancak ‘Jön Türk’ ismiyle maruf ve meşhur olan İttihat Cemiyeti’nin rüesasının tazyik ve tehdidiyle Hilafet-i İslâmiyeyi terke mecbur edildim. Bu İttihatçılar, Arazi-i Mukaddese ve Filistin’de Yahudiler için bir vatan-ı kavmi kabul ve tasdik etmediğim için ısrarlarında devam ettiler.

Bu ısrarlarına ve tehditlerine rağmen, ben de katiyen bu teklifi kabul etmedim. Bilahare, yüz elli milyon altın İngiliz lirası vereceklerini vaat ettiler. Bu teklifi dahi katiyen reddettim ve kendilerine şu sözle mukabelede bulundum: ‘Değil yüz elli milyon İngiliz lirası, dünya dolusu altın verseniz bu tekliflerinizi katiyen kabul etmem! Ben, otuz seneden fazla bir müddetle Millet-i İslâmiye’ye ve Ümmet-i Muhammediye’ye hizmet ettim. Bütün Müslümanların ve salatin ve hulefa-i İslâmiyeden aba ve ecdadımın sahifelerini karartmam; binaenaleyh, bu tekliflerinizi mutlaka kabul etmem’ diye kat’i cevap verdikten sonra hal’imde ittifak ettiler.

Ve beni Selanik’e göndereceklerini bildirdiler. Bu son tekliflerini kabul ettim ve Allah Teâlâ’ya hamd ettim ki; Devlet-i Osmaniyye ve Âlem-i İslâm’a ebedî bir leke olacak olan tekliflerini, yani Arazi-i Mukaddese ve Filistin’de Yahudi devleti kurulmasını kabul etmedim. İşte bundan sonra olan oldu. Ve bundan dolayı da Mevlâ-yı Müteal Hazretlerine hamd ederim.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir