Hazreti Yusuf’un hikayesi, sabır, ahlak, iffet ve kaderin büyük dersler sunduğu bir anlatıdır. Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu hikaye, Yusuf Peygamber’in, çocuk yaşta kardeşlerinin kıskançlık ve hasetinden dolayı kuyunun dibine atılmasından, Mısır’da Aziz’in sarayına köle olarak satılmasına, Züleyha’nın iftirasına uğramasından zindana düşmesine ve nihayetinde Mısır’ın hazinelerinin başına getirilmesine kadar bir dizi olayla şekillenir.
Hazreti Yusuf’un ismi Kur’an-ı Kerim’de 27 defa geçmektedir. Yakup Peygamber’in 12 çocuğundan en sevdiği çocuğuydu Hazreti Yusuf. Annesi, Rahel isminde Yakup Peygamber’in dayısının kızıdır. Rahel’in yıllarca çocuğu olmamıştır. Allah’a çokça yalvardı ve yıllar sonra Hazreti Yusuf ile müjdelendi. Ardından Bünyamin dünyaya geldi ve Bünyamin’in doğumundan 40 gün sonra Rahel hayata gözlerini yumdu. Hazreti Yusuf öksüz kalmıştı. Babası Yakup Peygamber, Hazreti Yusuf’u çok seviyordu. Öksüz kalınca onu daha fazla sevmeye ve Hazreti Yusuf ile daha fazla ilgilenmeye başladı. Çünkü Hazreti Yusuf diğerlerinden farklı gibiydi; peygamberlik nuru yüzünde parlıyor gibiydi ve Yakup Peygamber bir şeyleri hissediyor gibiydi.
Hazreti Yusuf bir gün babasına gelir ve gördüğü rüyayı anlatır.
“Babacığım, 11 yıldız ile güneşin ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.”
O dönemlerde rüya tabirleri çok popülerdi. Babası, Hazreti Yusuf’un gördüğü rüyanın ne anlama geldiğini, peygamberlik görevinin ona ineceğini kalp gözüyle okuyabiliyordu ve Hazreti Yusuf’a dönüp:
“Güzel oğlum, sen bu rüyayı kimseye anlatma, yoksa sana haset duyarlar ve seni kıskanırlar; korkarım ki sana zarar verebilirler.” dedi.
Hazreti Yusuf bu rüyayı gördüğünde henüz 7 yaşındaydı. Hem öksüz olması, hem yüzünde parlayan nur, hem de masumiyeti, babasının ona fazlasıyla şefkat göstermesine neden oluyordu. Bu durum kardeşlerini oldukça kıskandırıyordu. Kardeşlerinin Hazreti Yusuf’a karşı hasetleri günden güne artıyordu ve en sonunda onu öldürmeye karar verdiler. Yehûda isimli kardeşi, diğer kardeşlerine itiraz etti: “Yapmayın, zarara uğrarsınız.” dese de, diğer kardeşleri: “önce öldürür, daha sonra tövbe ederiz.” dediler. Ve kardeşleri sonunda, Yehûda’ya baskı kurarak, Hazreti Yusuf’u babasından alıp oynamaya çağırmaya ikna ettiler. Yehûda babasına gidip:
“Babacığım, biz kırlarda gezeceğiz, oynayacağız ve biraz da avlanacağız. Yusuf’u da bizimle gönder.” dedi.
Bunun üzerine Yakup Peygamber’in aklına bir önceki gün gördüğü rüya geldi: “10 tane kurt Yusuf’a saldırıyordu, daha sonra yer yarılıp Yusuf içine giriyor ve 3 gün sonra o çukurdan çıkıyordu.”
Yakup Peygamber, oğlu Yehûda’ya dönerek:
“Hayır, Yusuf’u size vermem. Sizinle gelirse korkarım ki bir kurt Yusuf’a saldıracaktır.” dedi.
Kardeşleri, ısrarla Yakup Peygamber’e, Yusuf’a bir şey olmayacağına dair söz verince, Yakup Peygamber de Yusuf’a bir şey olmayacağına dair onları tembihleyip, Yusuf’u onlarla gönderdi.
Kardeşleri, Yusuf’u dolaştırırken ve evlerinden uzaklaştırıp ıssız yerlere götürürken Yusuf çok mutluydu, çünkü kendisine sürekli kötü davranan kardeşlerinin ona artık iyi davrandıklarını düşünüyordu. Şehirden iyice uzaklaşıp tenha bir yere geldiklerinde, kardeşleri Yusuf’u dövmeye başladılar. Rabil adındaki kardeşlerinden birisi, Yusuf’u yere yatırıp göğsüne oturdu ve boğmaya çalıştı. Lâvi adındaki diğer kardeşi ise kolunu büküp kırmaya başladı. Bunları gören Hazreti Yusuf şöyle haykırdı:
“Babacığım, oğulların sana verdikleri sözü ne çabuk unuttular! Şu an oğluna yapılan eziyetleri görsen, bir köleye bile yapılmayacak eziyetlerdir.” diye haykırırken, acıya dayanamayan Yusuf, Yehûda’ya dönerek dedi ki:
“Allah’tan kork da beni öldürmek isteyenlere mani ol.”
Yehûda, kardeşlerine bağırarak:
“Hani söz vermiştiniz, hani öldürmeyecektiniz Yusuf’u! Size öldürmekten daha hayırlısını söyleyeyim; ileride bir kuyu var, onu oraya atalım.” dedi.
Kardeşleri, Yusuf’un gömleğini çıkarıp onu sürükleye sürükleye kuyuya attılar. Hazreti Yusuf ne kadar yalvarsa da, haykırsa da kardeşleri onu dinlemediler ve Yusuf’u kuyuda bırakıp arkalarına bakmadan gittiler.
Kuyuda, Hazreti Yusuf’un diz boyunu aşmayacak kadar su vardı. Yusuf kuyuya düşerken, onu havada Cebrail yakaladı ve bir taşın üzerine oturtup cennet nimetlerinden 3 gün boyunca yedirip içirdi. Etrafta çok fazla yılan ve akrep olmasına rağmen, hepsine emir verildi ve Hazreti Yusuf’a yaklaşmadılar.
11 yaşlarında olan Hazreti Yusuf, o kuyuda ellerini kaldırıp Allah’a şöyle dua etti:
“Ey gâib olmayan şâhid! Ey uzak olmayan yakın! Ey mağlûb olmayan gâlip! İçinde bulunduğum sıkıntıdan beni felaha çıkar! Bana bir kurtuluş kapısı aç!” diye Allah’a yalvarırken, arş-ı âlâ Hazreti Yusuf’un sesiyle yankılanıyor ve bu sesi duyan melekler, onun duasını yakından dinlemek için Cenâb-ı Allah’tan izin isteyerek Hazreti Yusuf’un yanına gidiyor ve yakından duayı dinliyorlardı.
Hazreti Yusuf’un ölümünün doğal yollardan olduğunu babalarına anlatmak üzere, kardeşleri bir koyun kesip gömleğine kan bulaştırdılar. Babalarının karşısına çıktıklarında ağlayarak, Yusuf’u bir kurdun yediğini anlatmaya başladılar. Bu duruma çok inanmayan Yakup Peygamber, çocuklarına dönerek:
“Yusuf’umu yiyen kurt sizden daha merhametliymiş ki, hem onu yemiş hem de gömleğine hiçbir zarar vermemiş, gömlek hiç yırtılmamış. Ben sizin ne yaptığınızı biliyorum. Bu saatten sonra bana düşen güzelce sabretmektir,” deyip ellerini kaldırarak Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf Sûresi’nde geçen duayı etmeye başladı:
“Ben kederimi ve hüznümü sadece Allah’a şikayet ederim.”
Yakup Peygamber’in bu olaydan sonra öyle içi yanmıştı ki, bir gün Peygamber Efendimiz (sav) Cebrail’e şöyle buyurdu: “Yakup Peygamber’in hicranı nereye kadar ulaştı?” Cebrail ise şöyle cevap verdi:
“70 tane evladını kaybeden bir annenin hicranına kadar ulaştı onun hicranı.”
O kadar üzülmüştü ki oğlu Yusuf’un ölümüne, kederden hastalanmış, ağlamaktan gözleri akmış ve kör olmuştu.
Peygamber Efendimiz (sav) Cebrail’e tekrar sordu:
“Peki bunun mükafatı ve sevabı ne kadar oldu Yakup Peygamber’e?”
Cebrail şöyle cevap verdi:
“Bu hadisenin kederinden 100 şehit sevabı kadar sevap kazanmıştır, çünkü o Allah’a bir an bile kötü düşünce beslememiştir ve Allah’ın kaderine tam teslimiyetle razı olmuştur.” dedi.
Üç gün kuyuda bekleyen Hazreti Yusuf’un sesini, kuyunun yanından geçen bir grup insan işitti ve onu kuyudan çıkardılar. Bu kadar güzel yüzlü bir çocuğu pazarda köle olarak satmaya karar verdiler. Hazreti Yusuf’u pazara götürdüklerinde, herkes onu satın almak istedi. Öyle ki, elinde hiçbir şeyi olmayan yaşlı bir teyze bile elindeki iki yün ipliği ile Hazreti Yusuf’u almaya çalıştı. Zenginler fazla para verip almaya çalışırken, Mısır Sultanı Aziz, çokça para vererek Yusuf’u alıp, çocuğu olmayan Züleyha’ya götürdü ve şöyle dedi:
“Bizim evladımız olmadı, onu kendi evladın gibi yetiştir. Ona sakın ağır işler, zor işler verme, o bizim evladımız olsun.”
Züleyha, Yusuf ile ilgilenmeye ve onu yetiştirmeye başlamıştı. Yusuf yavaş yavaş ergenlik çağına gelince, Züleyha ona gönlünü kaptırmaya başladı. Her gün uyandığında, onun için süsleniyor ve kendini Hazreti Yusuf’a beğendirmeye çalışıyordu. Bir müddet sonra nefsine yenik düşüp Hazreti Yusuf’u odasına çağırdı ve Yusuf içeri girdikten sonra kapıyı kilitledi. Oda da bir putun üzerinin örtü ile kapatıldığını görünce Hazreti Yusuf sordu:
“Bu putun üzerini neden örtü ile kapattın?”
Züleyha cevap verdi:
“Biraz sonra bedenimi sana sunacağım, ondan utandığım için üzerini örttüm.”
Hazreti Yusuf sinirlenip şöyle dedi:
“Sen görmeyen, duymayan bir puttan utanıyorsun da, ben her şeyi gören, duyan Rabbimden nasıl utanmam? Maazallah!”
Züleyha kıyafetini çıkarıp ondan faydalanmasını istedi. Hazreti Yusuf bir hışımla kapıya doğru koştu, omuz vurdu ve kilitli olan kapı açılınca kendini dışarı attı. Züleyha, Hazreti Yusuf’u tutmak için arkasından gömleğine asıldı ve gömleği yırttı. Tam o anda, Mısır’ın Azizi geldi ve karşılarındaydı. Sinirli bir şekilde:
“Bu ne haldir?” diye sordu.
Züleyha, durumun kötüye gideceğini fark edince, Yusuf’u işaret ederek:
“Bu adam benden faydalanmak istedi. Hemen onun cezasını ver ve karının iffetini koru!” dedi.
Aziz iyice hiddetlendi ve Yusuf’a dönerek:
“Yusuf, biz sana bunca iyilik ettik, yardım ettik. Bu yaptığın nankörlük değil midir?” dedi.
Hazreti Yusuf kendini savundu:
“Züleyha benden faydalanmak istedi, ben de kendimi kurtarmak için ondan kaçtım.” dedi.
Aziz, olaydan emin olmak için dönemin bilgelerini çağırıp onlara danıştı. Bir bilge şöyle dedi:
“Yusuf’un gömleğine bakın. Eğer gömlek arkadan yırtılmışsa kaçmaya çalışıyordur ve Yusuf haklıdır. Gömlek önden yırtıldıysa Züleyha haklıdır.” dedi
Hazreti Yusuf’un hikayesinde hep bir gömlek vardı. Kuyuya atılırken kanlı gömleği birinci gömlekti, Züleyha’nın yırttığı gömlek ise ikinci gömlekti. Rivayetlere göre bu gömlek, Hazreti İbrahim’in gömleği olarak bilinir. Hazreti İbrahim ateşe atılacağı zaman cennetten bir gömlek getirilmiş ve giydirilmişti. Kendisi yanmadığı gibi gömlek de yanmamıştı. İşte o gömlek, Hazreti Yusuf’un üzerindeki, Züleyha’nın yırttığı gömlekti.
Olayları zihninde iyice netleştiren Mısır’ın azizi, Züleyha’ya dönerek:
“Seni bu hatandan dolayı cezalandıracağım,” dedi.
Yusuf’a dönerek:
“Sen de sakın bu olayı kimseye anlatma, yaşananlar burada kalsın,” dedi.
Ancak bu olay kulaktan kulağa yayıldı; saray ehli birbirlerine anlattı ve artık herkes bu olayı biliyordu. Bu durumdan Züleyha çok utanmıştı. Dedikoduları yapan sarayın asil kadınlarını bir gün topladı ve onlara meyveler ikram etti. Kadınlar tam bıçaklarını alıp meyvelerini keserken, Züleyha Hazreti Yusuf’un içeri girmesini emretti. Hazreti Yusuf, bütün güzelliği ve ihtişamı ile içeri girince, kadınlar bu güzellik karşısında ellerindeki meyveler yerine ellerini kesmeye başladılar. Hazreti Yusuf’un güzelliğini gören kadınlar, Züleyha’ya hak vermeye başladılar ve:
“Bu güzelliğe karşı koymak mümkün değil,” dediler.
Züleyha, herkesin içinde Yusuf’a seslenerek:
“Buradaki herkes şahit olsun ki, ya benim olursun ya da seni zindana attırırım,” dedi.
Hazreti Yusuf ellerini açıp dedi ki:
“Bunların beni çağırdığı şeydense, zindan benim için daha hayırlıdır. Rabbim, beni bunların tuzaklarından döndürmezsen, ben de zalimlerden ve cahillerden olurum. Bu kötülüklerden sana sığınırım.”
Ve Hazreti Yusuf’u zindana attılar. Yaklaşık on iki yıl zindanda kaldı. Bu dönem, Mısır’ın azizi bir rüya gördü; 7 tane zayıf inek, 7 tane şişman ineği yiyor. Daha sonra 7 tane kuru başak ve 7 tane yaş başak görüyor. Etrafındakilere bu rüyanın ne anlama geldiğini soruyor, ancak kimse bilemiyor. Yardımcıları, Yusuf’un rüyaları tabir ettiğini ve böyle bir yeteneğe sahip olduğunu söyleyince, hemen zindanda Yusuf’un yanına gidiyorlar ve rüyanın anlamını soruyorlar. Hazreti Yusuf rüyayı şöyle anlatıyor:
“7 yıl bolluk olacak, ardından 7 yıl kıtlık olacak. 7 yıl bolluk dönemindeki nimetler kısıtlı kullanılsın ve saklansın ki, kıtlık döneminde sıkıntı çekilmesin,” dedi.
Hazreti Yusuf’un anlattıklarını Aziz’e aktaran yardımcıları, “Böyle bir âlim insanı zindanda tutmayalım, hemen çıkartalım,” dediler. Bu haberi alan Hazreti Yusuf, “Önce kendimi aklamam lazım,” diyerek, “O eli kesilen kadınlara gidilsin, sorulsun olayın hakikati” dedi. Kadınlar, Hazreti Yusuf’un suçsuz olduğunu ifade edince, zindandan çıkartılıyor.
Gün geçtikçe, Hazreti Yusuf’un yeteneklerini ve alimini fark eden Aziz, Mısır’ın idaresini artık Yusuf’a teslim ediyor. Mısır’ın bolluk döneminde Hazreti Yusuf, kıtlık dönemine hazırlık yapmaya başladı. Dünyada kıtlık dönemi başlayınca Mısır’da hem halkına hem de çevresindeki birçok ülkeye yetecek kadar mahsul vardı ve birçok ülkeden gelip Mısır’dan mahsul alıyorlardı.
Bunu duyan Hazreti Yusuf’un kardeşleri:
“Gidelim, biz de mahsülden payımızı alalım,” deyip farkında olmadan Hazreti Yusuf’un yanına geliyorlar.
Küçük kardeşleri Bünyamin herkesin içinde “Keşke Yusuf kardeşim de burada olsaydı,” diye ağlıyordu ve bunu farkeden Hazreti Yusuf, Bünyamin’i yanına çağırıp,
“Gel, sen benim soframda otur,” diyerek sofrasına davet ediyor. Yemekten sonra Bünyamin’i uyuması için Hazreti Yusuf kendi odasına götürüyor ve odada Bünyamin’e soruyor:
“Beni kardeşin olarak kabul eder misin?”
Bünyamin şaşkınlıkla cevap veriyor:
“Annemiz farklı, babamız farklı; nasıl kardeşin olacağım?” diyor.
Daha fazla dayanamayan Hazreti Yusuf gerçeği söylüyor:
“Ben senin kardeşin Yusuf’um,” diyor.
Uzun süre birbirlerine sarıldıktan sonra Hazreti Yusuf, Bünyamin’e:
“Seninle bir oyun oynayacağız,” deyip hazineye ait bir malzemeyi Bünyamin’in çantasına bırakıyor. O dönemde hırsızlık yapan kişiye 1 yıl kölelik cezası veriliyordu ve Bünyamin’in hırsızlık yaptığını düşünerek alıkoydular. Bunu duyan Yakup Peygamber iyice üzülüyor ve kahroluyor; yanındakilere beddua niteliğinde bir mektup yazdırıp, “Ben Peygamberlerin torunuyum, onlar da sıkıntılar çekip sabrettiler,” diye ekleyerek Mısır hükümdarı Hazreti Yusuf’a götürmesini söylüyor. Mektubu alan Hazreti Yusuf, hemen cevaben bir mektup gönderiyor babası Yakup Peygamber’e:
“Ey Yakup Peygamber, madem senden öncekiler sıkıntılar çekip sabretti, sen de sabret ve Rabbine teslim ol,” diyor.
Mektubu alan Yakup Peygamber:
“Bu mektubu bir hükümdar yazamaz; yazsa-yazsa bir peygamber yazar. Bu mektubu yazan oğlum Yusuf’tur,” deyip, emin olmak için çocuklarını Yusuf’un yanına gönderiyor.
Hazreti Yusuf’un kardeşleri yanına geldiğinde her şeyi anlatıyor ve kendisinin Yusuf olduğunu açıklıyor. Gömleğini babalarına götürmek üzere kardeşlerine teslim ediyor. Gömleği alan babası Yakup Peygamber, gömleği kokladığında gözleri açılıyor ve Allah’a bolca dua ediyor.
Bu hikaye, insanın en zor zamanlarda bile Allah’a olan inancını kaybetmemesi gerektiğini, sıkıntıların ve imtihanların, sabredenler için Allah’ın büyük lütuflarına vesile olacağını öğretir. Hazreti Yusuf, kardeşleri tarafından ihanete uğrasa da, Rabbinin yardımıyla her türlü zorluğun üstesinden gelir. Zindan, Züleyha’nın iffetine yönelik imtihanı ve Mısır’daki büyük görev, Yusuf’un imanını ve peygamberlik yolundaki sabrını gösteren önemli basamaklar olur.