İskoçya’da, 8 Haziran 1990 tarihinde düzenlenen NATO toplantısında, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, tarihe geçecek bir konuşma yapıyordu. Soğuk Savaş sona ermiş, Sovyetler Birliği dağılmıştı. Birçok kişi, NATO’nun artık bir misyonunun kalmadığını düşünmeye başlamıştı. O toplantıda bir gazeteci, Thatcher’a şu soruyu yöneltti:
“Soğuk Savaş sona erdi ve Sovyetler Birliği dağıldı. Şimdi ne yapacağız? NATO’yu feshedecek miyiz?”
Başbakan Thatcher’ın verdiği cevap, o günlerde sadece bir yorum gibi algılansa da, gelecekte yaşanacak birçok olayın habercisiydi. Thatcher, sakin ama kararlı bir sesle cevap verdi:
“Düşmanı olmayan hiçbir ideoloji yaşayamaz. Bizim de yaşayabilmemiz için mutlaka bir düşmanımızın olması lazım. Evet, Sovyetler Birliği dağıldı ve düşman olmaktan çıktı. Artık yeni düşmanımız İslam Dünyası’dır.”
Bu sözler, o dönemde Batı’nın Ortadoğu ve İslam dünyasına bakışını açıkça özetliyordu. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte, Batı yeni bir tehdit arayışına girmişti ve bu tehdit, Thatcher’ın işaret ettiği gibi, İslam Dünyası olacaktı. Gerçek anlamda Haçlı Seferleri, bu açıklamayla yeniden canlanmış gibiydi.
Yıllar geçti ve 14 Kasım 2001’de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1378 sayılı kararı çıkardı. Bu karar, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush’un liderliğinde Afganistan’ın işgalini meşrulaştırıyor, “terörle mücadele” adı altında İslam topraklarında yeni bir savaş başlatıyordu.
Bu olaylar, Margaret Thatcher’ın yıllar önce yaptığı o konuşmayı doğrular nitelikteydi. Batı, “düşman” olarak İslam dünyasını seçmişti ve bu “düşman” algısı, bölgedeki işgalleri, katliamları ve kaosu beraberinde getirdi. Bugün Ortadoğu’da ve İslam coğrafyasında yaşanan hiçbir şey tesadüf değildi; hepsi o günlerde atılan adımların bir sonucuydu.
Böylece, tarih boyunca süregelen Haçlı zihniyeti, modern çağda da farklı yüzlerle ama aynı amaçlarla devam ediyordu.